İzmir,dünyanın en dişi şehri olabilir.Savaşçı Smyrna,daha iyi ok atabilmek için bir memesini feda etmiş olsa da güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.Eski adı bir okçudan gelen İzmir hem bir savaşçıdır hem cahil,güzel,bakire bir kız hem de bilge ,yaşlı bir cadı.Büyük İskender’e düşler gördüren perilerin evi değil midir o tepeler?Körfez,tek bir denizciyi bile geri çevirmeyen,emanet aldığı tohumdan gürbüz bebeler yaratmayı vadeden bir kadının rahmi gibidir.Ancak suyuna gitmeyeni de hemencecik tükürür;Ege’nin kendine özgü koyu mavi sularında boğulmaya terk ederken,hiçbir anne şefkati göstermez kendi çocuklarına.Körfez’in kenarlarından yükselen,marşlarda çiçeklerin açtığı o dağlar,saçları rüzgârda dalgalanan mağrur kadının dik omuzlarıdır.Eğer,şehirde yağmur yağarsa bu bir âşığın gözyaşlarıdır.Rüzgâr eserse ,bu mağrur kadın iç çekmiştir.Kızdırırsan ayaklarını yere öyle bir vurur ki taş üstünde taş kalmaz,bütün binalar yıkılır.Bu tuzlu kadın rahminden Ege’nin bereketli bedenine ulaşır.O beden ki zeytini,inciri,üzümü cömertçe verir.Lezzeti de keyfi de hiç esirgemeden sunar.